Selimiye Camii'nin tezyinatı 16. yüzyıldaki Mimar Sinan tarzına dönüştürülecek
UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan 450 yıllık Selimiye Camii'nin tezyinatının yürütülen onarım çalışmalarıyla ustası Mimar Sinan'ın tarzına dönüştürülmesi hedefleniyor.

1575 yılından bu yana inananların ibadet ettiği Türk-İslam mimarisinin incisi camide, Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Bilim Kurulu nezaretinde Kasım 2021'de başlayan onarımda artık son aşamaya gelindi.
Camide en çok yıpranmanın görüldüğü 4 minarenin taş onarımları ve temizlikleri tamamlandı.
Ana ve avlu kubbelerindeki güçlendirme ve enjeksiyon uygulamaları yapılan camide, kalem işi, hat ve tezyinat çalışmaları sürüyor.
Onarım kapsamında oluşturulan camideki mevcut süsleme ve kalem işlerinin, Mimar Sinan dönemindeki 16. yüzyıl tezyinat anlayışına uygun şekilde yeniden düzenlenmesi hedefleniyor.
Heyet Başkanı Uğur Derman, Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı açıklamada, hüsnühattın özellikle camilerde çok istifade edilen bir sanat dalı olduğunu söyledi.
Osmanlı'nın hat sanatında zirveye ulaştığı 19. yüzyılda İstanbul'da devrin en güçlü hattatları bulunmasına rağmen Selimiye'de tercih edilen isimlerin bu seviyenin çok altında olduğunu belirten Derman, "19. asrın başlarında, herhalde Osmanlı'nın mali sıkıntılarının olduğu bir devirde, İstanbul gibi hüsnühattın çok geçerli olduğu yerden gelen hattatları -mesela bir (Mustafa) Rakım emsali olmayan bir kimse, Hattat Sami Efendi gibi- zevatı bir tarafa bırakıp Edirne'de mahalli yazı yazan, yani kendilerine hattat denmeyecek seviyede olan kimselerle 19. asrın başında Selimiye Camii'nin doldurulması beni çok rahatsız eder. Bunların bir an evvel kalkmasını temenni ederim." diye konuştu.
Hat sanatının özellikle Osmanlı döneminde cami mimarisinin ayrılmaz parçası haline geldiğine dikkati çeken Derman, bunun bilhassa camilerde baş tacı edildiğini vurguladı.
Derman, bunun Osmanlı devrinde had safhasında çıktığının altını çizerek, "Çünkü bilhassa uzaktan okunabilecek celi sülüs yazıları camilerde çok kullanıldı. Ayetler veya hadiste kullanıldığı için bunlara daha fazla yer verilme imkanı doğmuştu. Bilhassa 19. asırda hüsnühattın en mükemmel devrine eriştiği yıllarda siz İstanbul'un fevkalade muvaffak ve büyük hattatlarını Edirne'ye çağırmayıp mahalli, adı sanı duyulmamış kimseleri bu işe memur edin. Doğrusu ben bundan çok gücenmişimdir." ifadelerini kullandı.
"O dönemin Osmanlısı 'Başkaları ne der?' fikrinden münezzehtir"
Heyet Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Sadettin Ökten de son zamanlarda camideki bir problemle karşı karşıya kaldıklarını dile getirdi.
Ökten, "Selimiye Camii'nin ana kubbesinde yapılan tezyinatı uygun bulanlar var, bulmayanlar var. Biz de bu ihtilaf vesilesiyle meseleye muttali olduk." dedi.
Her medeniyetin kendi inançları ve eylemleri doğrultusunda biçimlerini ortaya koyduğunu belirten Ökten, "Selimiye Camii de belli bir dönemde bize ait toplumsal bir yapının kendi özgün medeniyet tasavvurunu kendi iradesiyle net biçimde ortaya koyduğu bir yapıdır. Şimdi dışarıdan bir örnek vereyim. Katolik Hristiyan medeniyet tasavvuru, 11. asırdan başlayarak kendi gotik katedrallerini, kendi inançları istikametinde, kendi iradesine göre, kendi biçimleriyle ortaya koyduğu gibi Osmanlı medeniyet tasavvuru da -ki Sünni İslam'ın bir yorumudur- kendi biçimlerini Selimiye ve başka külliyelerde bütüncül bakış açısı içinde çelişkisiz olarak ortaya koymuştur. Buradaki çelişkisiz sözünün altını çok kalın çiziyorum. O dönemin Osmanlısı 'Başkaları ne der?' fikrinden münezzehtir çünkü kendine güvenir." diye konuştu.
Şu anki tezyinatı savunan metinleri ve raporları okuduğunu aktaran Ökten, şöyle devam etti:
"Şunu gördüm. Seküler ve modernist bir zihin Selimiye'ye bakıyor. Gördüğü şey tarihi bir eserdir. Daha ayrıntıya inersek Osmanlı mimarlık tarihinin çok katmanlı önemli bir belgesidir. Bu zihin için bir antik Yunan tapınağı, bir Roma amfitiyatrosu, Petra'daki kalıntılar, gotik bir katedral aynı anlamda ele alınır. Hepsi tarihi eserdir. Mimarlık tarihi için çok katmanlı önemli vesikalardır. Seküler modernist zihin, Selimiye'yi bu kategoride ele alır ve böyle değerlendirir. Bu yaklaşım seküler modernist zihin için tutarlıdır ve hiçbir mahzur ihtiva etmez. Bu yaklaşım İslam medeniyet tasavvuruna mensup bir birey için fevkalade yanlış ve eksik bakış açısıdır.
Ben İslam medeniyet tasavvuruna mensup bir birey olarak Selimiye'ye baktığım zaman ilk Mescid-i Nebevi'yi görüyorum. Orada sünnet-i seniyyeyle müşerref oluyorum. Sembolik manada Mescid-i Nebevi'ye gidiyorum. Peki başka? Kabe-i Muazzama'ya gidiyorum. Orada tevhidi görüyorum. Daha ilerisi de var. Selimiye'de İslam medeniyet tasavvurunun bir iktidar tarafından mücessem hale getirilmiş ve yaşatılan uygulamasını görmekteyim. Bu uygulamanın Edirne gibi bir şehirde olması da benim için ayrı mana ifade ediyor. Medeniyetimizin Avrupa'daki uzun ve etkin macerasının günümüze yansıyan iz düşümü."
Camideki mevcut tezyinatı savunan raporlarda bu tezyinat için Edirnevari bir üslup denildiğini, Üç Şerefeli Camii'nin şadırvan avlusundaki bir kubbeden alınıp kompoze edildiğini aktaran Ökten, bunun hiç önemi olmadığına değindi.
Ökten, zihniyet itibarıyla bıraktığı izlenim üzerinden kompozisyonun barok olduğuna dikkati çekerek, "Mesela orada birtakım madalyonlar var. Ziyaret ettiğim barok kilisenin üzerinde melek tasvirleri var. Herhalde Selimiye'nin kubbesine melek tasviri yapacak hali yok kimsenin. Madalyonun içine ayet yazacak ama madalyon var. Dolayısıyla medeniyet noktasından bakıldığında, barok bana yabancı, beni iten bir şey. Barok bir tezyinat, sizi alır götürür, nereye? Yüzeyselliğe mahkum eder." değerlendirmesini yaptı.
Camiye ilahi kelamı duymak için gittiğini vurgulayan Ökten, "İslam Medeniyeti noktasından bakıldığında, bu tezyinatın teşekkürlerle tarihe intikal ettirilmesi, onun yerine bizim Sinan camilerinde gördüğümüz ve üstatlarınca malum olan bir tezyinatın yapılması icap eder. Çünkü belli ki bu tezyinat, Sultan Mecid zamanındaki sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkan bir resimdir. Sultan Mecid'in tercüme-i hali ve icraatı malumdur. Böyle bir dönem geçirmişiz. Selimiye'yi tarihi bir eser olarak 4. belki 5. safhada görürüz. Öncelikle bizim için orası Mescid-i Nebevi'nin Edirne'deki iz düşümüdür. Tevhidin ve sünnetin sembolüdür. Tevhide ve sünnete götürmeyen her türlü unsurun, oradan edepli şekilde kaldırılması icap eder." şeklinde konuştu.
"Dışarıdan bakan bir göz, yarım kubbeleri, ana kubbeyi, eksedraları, birbirlerinden bağımsız mimari ögeler, inşaat ögeleri olarak görür. Hatta camiye giren bir insan bunları görmeyebilir." diyen Ökten, bu sistemden bir ögeyi çıkardıklarında sistemin çökebileceğini aktardı.
"Yarım kubbelerdeki tezyinatlar orantılı büyütülerek ana kubbeye taşındı"
Nakkaş ve yüksek mimar Semih İrteş ise camideki çalışmalarda tezyinatın bilimsel veriler, tarihi belgeler ve özgün örnekler temelinde hazırlandığını söyledi.
İrteş, onarım sürecinde hazırladıkları tezyinat projesinde Selimiye Camii'nin yarım kubbelerinde bulunan özgün nakışların esas alındığını anlatarak, "Yarım kubbelerdeki tezyinat birebir, orantılı şekilde büyütülerek ana kubbeye taşındı. Bu, yeni bir tasarım değil. Caminin kendi özgünlüğüne dönüşüdür. Bu karar, Vakıflar Genel Müdürlüğüne sunulan ve kabul edilen bilimsel proje kapsamında alınmıştır." dedi.
Camide daha önce de bulunan özgün 16. yüzyıl nakışlarının özellikle revak kubbeleri, kemerler ve mahfil tavanlarında yer aldığını ifade eden İrteş, "1950'li ve 1983'teki onarımlarda yapılan araştırmalarda Sinan dönemine ait nakış örnekleri bulundu. Özellikle avlu revak kubbelerinde 16. yüzyıla ait motifler belgelerle sabittir." ifadelerini kullandı.
İrteş, bugün tartışılan tezyinatın aslında 1840-1860 yıllarında yapılan barok etkili süslemelerin bir devamı olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti:
"1983'te kubbe pencereleri çevresindeki barok tezyinat klasik üslupla değiştirildi. Bu, Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla klasik tezyinata döndürüldü. Bugünkü onarımda tekrar barok süslemelere dönülmesi Anıtlar Yüksek Kurulunun kararlılığının sürekliliğini göstermiyor. Ana kubbe eteğinde, Sinan'ın özel olarak yaptığı 25 santimetrelik profil yer alıyor. Bu profil, süslemenin sınırını belirliyor. Yeni tezyinat bu hattın altına inmeden, özgün yapının sınırlarına sadık kalınarak yapıldı."
Onarımdaki en büyük hassasiyetin başka camilerden üslup transferi yapmak yerine yapının kendi içinden örnekler almak olduğunu dile getiren İrteş, "Selimiye'deki yeni tezyinat, Rüstem Paşa'dan, Kılıç Ali Paşa'dan değil, bizzat Selimiye'nin kendi içindeki örneklerden alınmıştır. Sinan'ın 'Ustalık eserim.' dediği bu yapının kendi kimliğine dönmesi hepimizin arzusu. Tüm çalışmamız bu yönde olmuştur." değerlendirmesini yaptı.
"Kubbe merkezindeki hattın üzerinde üç imza var"
Hattat Mehmet Özçay da camideki mevcut kubbe yazılarının ve tezyinatın 16. yüzyıla ait olmadığının belgelerle ve imzalarla sabit olduğunun altını çizdi.
Özçay, "Kubbe merkezindeki hattın üzerinde üç imza var. Biri 1808 tarihli Nakşi'ye, biri 1883 tarihli Hayri'ye, biri de günümüzde yaşayan bir nakkaşa ait. Böyle bir yazının 16. yüzyıldan günümüze geldiğini söylemek ne ilimle ne de ilmi ahlakla bağlaşır. Bu, çok yanlış bir şeydir. Bunu iddia edenlerin bu yazının altından 16. yüzyıl yazısının izlerini ortaya çıkarmaları gerekirdi. Öyle bir şey yok." diye konuştu.
Camideki mevcut hat yazılarının hem sanatsal hem de tarihi değer taşımadığını ifade eden Özçay, şunları kaydetti:
"Özgün olmayan hiçbir tarihi ve sanat değeri olmayan bu yazıların ihyası son derece yanlıştır. Bunların kaldırılması gerekir. Kubbe tezyinatı ve hattıyla ilgili sunulan tarafı, bizim savunduğumuz projede sunulan hatlar da yine dönemine ait cami içinde bulunan Hasan Çelebi'ye ait olduğu düşünülen harfler baz alınarak yapılan çalışmalardır. Raspalarda ortaya çıkarılan Sinan dönemine ait yazıların korunması, eksiklerinin tamamlanması gerekir ancak sonradan eklenen, muhdes yazıların kaldırılması zaruridir."
Bu içerik hakkında ne hissediyorsunuz?






