Topluma Karşı Görevlerimiz Nelerdir?
Topluma karşı görevlerimiz nelerdir? Bir Müslümanda bulunması gereken ahlaki faziletler nelerdir?

Topluma Karşı Görevlerimiz
İnsanlar toplu hâlde yaşarlar.
Toplumu meydana getiren fertlerin birbirine karşı sorumlulukları ve uymakla yükümlü oldukları karşılıklı hak ve vazifeleri vardır.
Dinimiz, fertler arasındaki münasebetlere büyük önem vermiş ve uymaları gereken hukuki ve ahlaki kurallar koymuştur. Bunlara uyulduğu takdirde toplumda düzen sağlanır ve Müslümanlar böylece huzur ve güven içinde birlik ve beraberliklerini sağlayarak mutlu olurlar.
Müslümanın en önemli görevi, başkasının dokunulmaz haklarına saygılı olmak, tecavüz etmemektir. Bu haklar, sadece ahlaki yönden değil, hukuken de teminat altına alınmış, tecavüzlere karşı cezai müeyyidelerle de korunmuştur.
Peygamberimiz, tarihî Veda hutbesinde, insanların can, mal ve namuslarının dokunulmaz haklar olduğunu ilan etmiş, şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.” (Buhârî, “Meğâzî”, 75, Müslim, “Kasâme”, 9.)
Hayat hakkı, insanın ilk temel hakkıdır.
İnsanın bu hakkına saygılı olmak, tecavüz etmemek, insanın birinci görevidir.
Haksız yere bir insanın canına kıymak, hayatına son vermek büyük günah olduğu gibi dinimiz bu suçu işleyenlere dünyada da ahirette de ağır cezalar koymuştur.
Mülkiyet hakkı da insanların önemli hakları arasında yer alır. Her insan mülkiyet hakkına sahiptir. Meşru yollardan mal sahibi olma ve kendi malına tasarruf etme yetkisine sahip olan insanın malı ve sahip olduğu servet her türlü tecavüzden korunmuştur.
Bu hakka riayet etmek ve tecavüzde bulunmamak da Müslümanın görevidir. Çalmak, gasp etmek, aldatmak veya meşru olmayan başka yollarla bir başkasının malını zimmetine geçirmek, zarar vermek dinimizce yasaklanmıştır.
Haksız yere başkasının malını yiyenler bunun karşılığını cehennem ateşine atılmakla ödeyecektir.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Bir kimse, yemin ederek bir Müslümanın hakkını gasp ederse, Allah o kimseye cehennemi vacib kılar ve cenneti haram eder.”
Bunun üzerine bir adam,
—Eğer o hak değersiz bir şey ise de öyle mi? deyince, Peygamberimiz,
—Evet, öyle, isterse misvak ağacından bir dal parçası olsun, buyurdu. (Müslim, “İmân”, 61.)
Devlet malı da böyledir. Devlet malı milletin malıdır. Onda herkesin hakkı vardır. Bu sebeple Müslüman, devlet malını çalmaktan, ona zarar vermekten mutlaka sakınmalı, hatta devlet malını kendi malı gibi korumalıdır.
İnsanların, ırzı, namusu, şeref ve haysiyeti de tecavüzden korunmuştur.
İftira etmek, gıybet yapmak, sövmek, alay etmek ve koğuculuk yapmak suretiyle başkasının namus ve şerefine tecavüz etmek, hakarette bulunmak Müslümana yakışmayan kötü huylardır ve büyük günahtır. İnsanların kalbini yaralayan, gönlünü inciten bu davranışlar toplumda kardeşlik duygularının zedelenmesine, birlik ve beraberliğin de bozulmasına sebep olur.
Esasen olgun bir Mümin, diğer insanların haklarına riayet eden, saygı gösteren ve hiç kimseye zararı dokunmayan insan demektir.
Peygamberimiz Müslümanı şöyle tarif ediyor:
الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buhârî, “İmân”, 4, Müslim, “İmân”, 19.)
İnsanların canına, malına, şeref ve namusuna tecavüz edenler, bu yaptıklarının cezasını ağır bir şekilde çekecekler, kazandıkları sevabları ellerinden alınarak iflas edeceklerdir.
Peygamberimiz,
—Biliyor musunuz, müflis (iflas eden) kimdir, dedi.
—Bizce müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
—Benim ümmetimin müflisi (iflas edeni) o kimsedir ki kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelir. Fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş. Bundan dolayı onun sevablarından sözü geçen adamların her birine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden sevabları tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yüklenir, sonra o kimse cehenneme atılır. (Müslim, “Birr”, 15.)
Müslüman, kıyamet gününde bu duruma düşmemek için başkalarına kötülük yapmaktan, zarar vermekten, haklarını yemekten sakınmalı, şayet böyle bir şey yapmış ise vakit geçirmeden hak sahipleri ile helalleşerek kul hakkı ile ahirete gitmemelidir.
Peygamberimiz bu konuda bize kurtuluş yolunu göstererek şöyle buyuruyor:
“Bir kimse kardeşinin namus ve şerefine yahut malına haksız olarak tecavüz etmiş ise altın ve gümüş bulunmayan kıyamet gününden önce onunla helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.” (Buhârî, “Mezâlim”, 10.)
Başkalarına karşı iyi davranışlar içinde bulunmak ve elinden geldiği kadar yararlı olmak, iyi ahlaklı olmanın gereğidir.
Peygamberimiz,
—Her Müslüman sadaka vermesi lazımdır, buyurdu.
—Sadaka verecek bir şey bulunmazsa ne yapar, dediler.
—Eliyle çalışır, kendisi de faydalanır sadaka da verir, buyurdu.
—Bunu yapamazsa, diye sorulunca,
—Sıkıntıya düşen ihtiyaç sahibine yardım eder, buyurdu.
—Bu da elinden gelmezse, denildi.
—İyiliği emreder, buyurdu.
—Bunu da yapamazsa, denilince.
—Fenalık yapmaktan çekinir, bu da sadakadır, buyurdu. (Buhârî, “Zekât”, 30, Müslim, “Zekât”, 16.)
a) Emri bi’l-Ma’ruf Nehyi ani’l-Münker
Dinimizin topluma yüklediği görevlerden birisi de “emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker”dir. Yani iyiliği emretme ve kötülükten vazgeçirme görevidir.
Cenab-ı Hak, insanoğlunu yarattıktan sonra onu yalnız bırakmamış, gönderdiği peygamberlerle hem dünyada ve hem de ahirette onu mutlu kılacak yolları göstermiştir. İlk insan olan Âdem (as.) aynı zamanda ilk peygamberdir.
Hz. Âdem’den itibaren son Peygamber Muhammed Mustafa’ya (sas.) kadar pek çok peygamber gelmiştir.
Bu peygamberler, insanlara Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmişler, iyiliği emretmiş ve kötülükten vazgeçirmeye çalışmışlardır.
Son peygamber olan bizim peygamberimiz de bu görevi eksiksiz ve en mükemmel şekilde yerine getirerek, bunun huzur ve mutluluğu içerisinde ahirete intikal etmiştir.
Hiç şüphe yok ki peygamberimizin Allah’a kavuşmasından sonra bu görev —başka peygamber gelmeyeceğine göre— biz Müslümanlara kalmıştır. Zaten Kur’an-ı Kerim de bu görevi bize vermektedir. Şöyle buyruluyor:
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ
“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, (çünkü siz) iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” (3/Âl-i İmrân, 110.)
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَآءُ بَعْضٍۢ يَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar, birbirlerinin yardımcılarıdır, iyiliği emreder, kötülükten nehyederler.” (9/Tevbe, 71.)
خُذِ الْعَفْوَ وَاْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلٖينَ
“Af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (7/A’raf, 199.)
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ
“Sizin içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vazgeçiren bir topluluk bulunsun.” (3/Âl-i İmrân, 104.)
Peygamberimiz de,
—Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız, buyurdu. Ashab,
—Yol üzerinde oturmak bizim için zorunludur, orada konuşuyoruz, dediler. Peygamberimiz,
—Yol üzerinde oturmaktan vazgeçemiyorsanız, o hâlde yolun hakkını veriniz, buyurdu. Ashab,
—Ey Allah’ın Resulü, yolun hakkı nedir, diye sordular. Peygamberimiz,
—Gözü kapamak (harama bakmamak), gelip geçene eziyet etmemek, selam almak, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmektir (Buhârî, “Mezâlim”, 22, Müslim, “Libâs”, 32.) buyurdu.
İyiliği emretme ve kötülükten vazgeçirme görevi, Müslümanların toplum hayatı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu görevin ihmali, kötülüklerin yayılmasına, toplumda huzursuzluğun ve anarşinin doğmasına sebep olur. Bunun içindir ki Peygamberimiz,
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أَضْعَفُ الإِيمَانِ
“Sizden her kim çirkin bir iş görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle önlesin, buna da gücü yetmezse kalbiyle nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, “İmân”, 78, Ebû Dâvûd, “Salât”, 232.) buyurmuş ve görevin önemine dikkatimizi çekmiştir.
Peygamberimiz bu hadis-i şerifte, toplumda beliren kötülüğe karşı üç şekilde tavır alınması gerektiğini bildirmiştir.
a) Fiili Müdahale: Yani kötülüğün zor kullanılarak ortadan kaldırılmasıdır. Bu, devletin görevidir. Kötülüğe karşı tavrın bu çeşidini herkes yapmaya kalkacak olursa kavga çıkar, anarşi doğar. Bunun için bu görev devletçe yerine getirilir. Ancak toplum fertleri bu konuda görevlilere yardımcı olur, olmalıdır.
b) Dil ile önlemek: Bu, kötülüğün zararlarını anlatarak vazgeçirmek demektir. Yani toplumun aydınlatılması ve uyarılmasıdır. Toplumun uyarılması işi hiç şüphe yok ki âlimlerin görevidir ki vaaz, irşat ve yayın suretiyle yerine getirilir.
Bu görev, toplumun aydınlatılması açısından çok önemlidir. Hatta peygamberimiz, dinin nasihatten ibaret olduğunu bildirmiştir. Bu görevi yapacak olan kimselerde birtakım niteliklerin bulunması lazımdır. Bu nitelikler özetle şunlardır:
1. Vaaz ve irşatta bulunacak olan kimse bilgili olmalıdır. Bilgisi olmayan kimse bu görevi yapamaz. Kişi, başkalarına öğreteceği bir meseleyi önce kendisinin bilmesi gerekir. Aksi hâlde bilmediği bir konuyu başkalarına nasıl öğretecektir? Mesela, okuma yazma bilmeyen bir kimse başkasına okuma yazma öğretebilir mi?
Terzilik sanatını bilmeyen, kumaşın nasıl kesileceğini ve elbisenin nasıl dikileceğini bilmeyen kimse, bir başkasına terzilik öğretebilir mi? Dinî konular hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar başkalarını nasıl aydınlatabilir?
Nasihatte bulunacak olan kimse kendi görüşünü değil, Allah ve peygamberinin buyruk ve yasaklarını söyleyecektir. Bunları bilmeyen kimse, toplumu aydınlatmaktan çok, topluma yanlış bilgiler vermiş olur. Bunun ise vebali büyüktür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذٖينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ
“Dillerinizin yalan olarak vasfettiği şey hakkında, ‘Bu helaldir, bu haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (16/Nahl, 116.)
2. Vaaz ve irşattan maksat, Allah rızası olmalıdır. Allah rızası için olmayan hiçbir şeyin Allah katında bir değeri yoktur.
3. Fert ve toplumu irşat edecek olan kimse yumuşak sözler söylemeli, karşısındakine şefkat ve merhametle yaklaşmalıdır.
Cenab-ı Hak, Musa’yı (as.) kardeşi Hz. Harun’la birlikte ilahlık iddiasında bulunan Fir’avn’a —onu uyarmaları için— gönderirken şu emri vermişti:
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
“Ona tatlı dille konuşun, belki o, aklını başına alır veya korkar.” (20/Tâhâ, 44.)
İmam Gazâlî İhyâu ulûmi’d-dîn adlı eserinde şu hikâyeyi naklediyor:
“Birisi, Abbasi halifelerinden Me’mûn’a sert bir üslupla öğüt vermeye başladı. Me’mûn,
—Efendi sakin ol ve tatlı söyle. Zira Allah Teala senden daha iyisini benden daha kötüsüne gönderdiği hâlde ona yumuşak söylemeyi emretmiş,
—Ona tatlı dille konuşun. Belki o (bu sayede) aklını başına alır veya korkar, buyurmuştur.
Önemli olan ikna etmektir. Bunun için halkı aydınlatma görevi tatlı bir dil ve yumuşak bir üslupla yapılmalıdır.
Bir genç, Peygamberimize gelerek,
—Ey Allah’ın Resulü, zina etmeme izin verir misin, demek cüretinde bulundu. Orada bulunanlar, “Bu ne saygısızlık” diye bağrıştılar. Peygamberimiz,
—Genci bırakın, yanıma gelsin, buyurdu. Genç de yaklaştı. Peygamberimiz,
—Annen ile başkasının zina etmesini ister misin, buyurdu. Genç,
—İstemem, ey Allah’ın Resulü, canım sana feda olsun, dedi. Peygamberimiz,
—Aynen senin gibi insanlar da başkalarının kendi anneleriyle zina etmesini sevmezler, buyurdu. Sonra,
—Kızının zina etmesini ister misin, buyurdu. Genç,
—Canım sana feda olsun, istemem ey Allah’ın Resulü, dedi.
Peygamberimiz,
—İnsanlar da senin gibi kendi kızlarıyla zina yapılmasını istemezler, buyurdu. Devamla,
—Kız kardeşin için bunu sever misin, buyurdu. Genç,
—Canım sana feda olsun, sevmem, ey Allah’ın Resulü, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz mübarek elini delikanlının göğsü üzerine koydu ve
—Allahım, kalbini temizle, günahını bağışla, iffetini koru ve kendisine zinayı her şeyden çirkin göster, zinadan nefret ettir, diye dua etti. Peygamberimizin bu duasından sonra o gencin düşüncesinde zinadan daha fena bir şey olmadı. (Ahmed ibn Hanbel, V, 265.)
İşte vaaz ve irşatta en etkili metot.
4. İyiliği emredip kötülükten meneden kimse sabırlı olmalı, sükûnetle hareket etmelidir.
5. Söylediğini kendisi de yapmalıdır. Yaptığı vaaz ve nasihatin inandırıcı ve etkili olabilmesi için, söylediğini önce kendisi uygulamalıdır.
İçki içmekte olan bir kimsenin başkasına “içki haramdır, sağlığa zararlıdır” şeklinde öğüt vermesi ne kadar etkili olur? Bunun içindir ki Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
يَآ اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٢﴾ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٣﴾
“Ey iman edenler, yapmayacağınız işleri niye söylüyorsunuz? Allah katında en büyük günah yapmayacağınız şeyleri söylemenizdir.” (61/Saff, 2-3.)
Allah Teala, Şuayb’dan (as.) haber vererek, onun gönderildiği topluma şöyle söylediğini bildiriyor:
وَمَآ اُرٖيدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَآ اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ
“Size yasak ettiğim şeyleri kendim yapmak suretiyle size muhalefet etmek istemiyorum.” (11/Hûd, 88.)
Cenab-ı Hak, başkalarına yaptığı nasihate uymayanları şöyle uyarmaktadır:
اَتَاْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“(Ey bilginler) sizler kitabı okuyup gerçekleri bildiğiniz hâlde, insanlara iyiliği emrediyor kendinizi unutuyor musunuz?” (2/Bakara, 44.)
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde bir kimse getirilip cehennem’e atılır, bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o hâlinde değirmen çeviren merkep gibi döner. Cehennemdekiler onun yanına toplanır ve:
—Ey filan, bu ne hâl? Bize iyiliği emredip kötülükten nehyeden sen değil mi idin, derler. O da,
—Evet, ben iyiliği emrederdim fakat onu yapmazdım. Kötülüğü nehyederdim de onu kendim yapardım, der.” (Müslim, “Zühd”, 7.)
Hem yapılan vaaz ve irşadın etkili olması ve hem de yapanın sorumluluktan kurtularak, yaptığı hizmet karşılığında ecir alması için, başkalarına yaptığı öğüdü kendisinin de tutması ve uygulaması gerekir.
İşte iyiliği emretmek ve kötülükten vazgeçirmek hususunda halkı aydınlatma görevini yapanlarda maddeler hâlinde açıklamaya çalıştığımız bu niteliklerin bulunması lazımdır.
c) Kötülüğe karşı alınacak tavrın üçüncüsü de, kötülüğe kalbiyle nefret edip onu benimsemediğini ve hoş görmediğini belli etmektir. Bu, imanın en zayıf derecesidir.
Hadis-i şerifte belirtildiği üzere, devlet ve millet el ele mücadele ederse, kötülükler ortadan kalkar ve toplumun huzuru sağlanmış olur.
Toplum bu görevini ihmal eder, neme lazım derse, kötülük yayılır ve bundan sadece kötülüğü yapanlar değil, toplumun tamamı olumsuz şekilde etkilenmiş olur. İş işten geçtikten sonra pişmanlık da fayda vermez.
Peygamberimizin konu ile ilgili şu uyarısını daima göz önünde bulundurmalıyız, şöyle buyuruyor:
“Allah’ın koyduğu sınırı gözeten kimse ile bu sınıra riayet etmeyen kimseler şu topluma benzerler. Onlar gemideki yerlerini kur’a ile paylaştılar. Bir kısmı geminin üst katına, diğer kısmı da alt katına yerleştiler. Aşağıya yerleşenler, su almak için yukarı çıktıkları vakit üst kattakilerin yanından geçerlerdi. Bunlar,
“Kur’an’da payımıza düşen, alt kattaki yerden bir delik açsak (ihtiyacımızı bu delikten içeriye giren sudan alsak) da yukarıdakileri rahatsız etmesek” derler. Şimdi üst kattakiler bunları, istediklerini yapmakta serbest bırakırlarsa (geminin içi su dolarak batar ve) hepsi boğulur. Eğer onları (geminin batmasına sebep olacak) bu tehlikeli işten menederlerse, kendileri de kurtulur. Onları da kurtarmış olurlar.” (Buhârî, “Şerîke”, 6.)
Peygamberimiz, toplumu uyarma görevini yapmayanların sonunda o toplumla beraber nasıl yok olup gideceklerini güzel bir örnekle bildirmektedir.
Bir kimsenin, Peygamberimizin övgüsüne layık olgun bir Müslüman olabilmesi için kendisinde birtakım ahlaki faziletlerin bulunması lazımdır.
Bunları şöylece özetleyebiliriz:
Müslüman, Merhametlidir
Onun kalbi, insanlara ve diğer canlılara karşı sevgi ve şefkat duyguları ile doludur. Kimseyi incitmez. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunur.
Böyle olan kimseye Allah da merhamet eder.
Peygamberimiz buyuruyor:
“Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsinler.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 66, Tirmizî, “Birr”, 16.)
مَنْ لاَ يَرْحَمُ لاَ يُرْحَمُ
“Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.” (Buhârî, “Edeb”, 18)
Müslüman, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhametle davranır, hayvanlara şefkatle muamele eder.
Allah yarattığı canlılara acıyanları bağışlar, günahlarını affeder.
Peygamberimiz buyuruyor:
“Bir adam yolda yürürken çok susadı, nihayet bir kuyu buldu, oraya inerek su içip çıktı. O sırada bir köpek dilini çıkarıp soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalıyordu. Bunun üzerine o adam, “Bu köpek de benim gibi susamıştır.” dedi ve kuyuya inerek mestine su doldurdu, onu ağzı ile tutarak kuyudan çıktı ve köpeğe su içirdi. Onun bu davranışından Allah razı oldu ve onu affetti. Ashab,
—Ya Resulallah, hayvanlarda da bizim için sevab var mıdır, dediler.
—Her canlıda bizim için sevab vardır, buyurdu. (Buhârî, “Edeb”, 27, Müslim, “Selâm”, 41.)
Dinimiz, sadece insanların değil, hayvanların hakkına da riayet edilmesini, onlara şefkat ve merhamet gösterilmesini emreder. Hayvanlar, insanların faydalanması için yaratılmıştır. Her hayvandan yaratılışının gayesine uygun olarak yararlanmalı, onları bunun dışındaki işlerde kullanmamalıdır. Ehlî hayvanların vaktinde yedirilip içirilmesine dikkat etmeli, onları aç susuz bırakmamalıdır.
Peygamberimiz, açlıktan karnı sırtına yapışmış bir deveye rastladı ve, “Şu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkunuz, onlara besili olarak binin ve etlerini de besili olarak yiyin” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 47.) buyurdu.
Hayvanları güçleri yetmeyen işlere koşarak yormak, dövmek, yüzlerine vurmak, işkence etmek ve aç susuz bırakmak merhamet ölçüleri ile bağdaşmaz. Böyle bir davranış, derdini anlatamayan canlılara zulümdür.
Allah’tan başka koruyucusu olmayan bu canlılara karşı merhametsiz ve acımasız davranmanın ise cezası çok ağırdır.
Hz. Ebu Bekir’in kızı Esmâ’dan (ra.) rivayet edilmiştir. Diyor ki:
Peygamber Efendimiz, güneş tutulduğu bir gün küsuf namazı kıldıktan sonra şöyle buyurdu:
“Bana namazda cehennem gösterildi. Cehennem ateşi bana o kadar yaklaşmıştı ki ben: Allahım! Ben de cehennemliklerle (ateşe atılanlarla) beraber miyim, diye telaşlandım. Orada bir kadın gördüm. Bu kadının yüzünü bir kedi tırmalıyordu.
—Bu kadının günahı nedir, diye azap meleklerine sorduğumda,
—Bu kadın dünyada bir kediyi aç olarak ölünceye kadar hapsetti, diye cevap verdiler. (Buhârî, “Müsakât”, 9.)
Hayvanların yuvalarının bozulması, yavruların yuvalarından alınarak analarının rahatsız edilmesi de uygun değildir.
İbn-i Abbas anlatıyor:
Bir yolculukta Peygamberimizle beraberdik. Konakladığımız yerde iki kuş yavrusu görmüş ve onları almıştık. Derken yavruların anası geldi ve etrafımızda dolaşmaya başladı. Peygamberimiz bu durumu görünce,
“Yavrularını alarak bu kuşu kim üzdü? Yavrularını ona veriniz” buyurdu. (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 112.)
Hayvanların pek çoğu bizim yararlanmamız için yaratılmıştır. Ancak yararlanmak maksadıyla olmadıkça hayvanları öldürmek doğru değildir. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
—Kim gereksiz yere bir serçe kuşunu öldürürse, o hayvancağız kıyamet gününde,
—Ya Rabbi, falanca beni faydalanmak için değil de keyfi için öldürdü, (Nesâî, “Dahâyâ”, 8.) diye Allah’a şikâyet edecektir.
Müslüman, hayvanlara eziyet etmekten ve işkence yapmaktan mutlaka sakınmalıdır. Bazı yörelerde hayvanları dövüştürmek gibi çok kötü bir gelenek vardır. Hayvanları birbirleri ile dövüştürüp onları seyretmek hayvanlara eziyet etmenin başka bir şeklidir. Peygamber Efendimiz hayvanları birbirleri ile dövüştürmeyi yasaklamış, (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 56, Tirmizî, “Cihâd”, 28.) hayvanlara işkence ve eziyet edenleri lanetlemiştir. (Nesâî, “Dahâyâ”, 8.)
Abdullah b. Ömer (ra.), bir kere tavuğu nişan almak için hedef olarak diken ve ona ok atan birkaç gencin yanından geçiyordu. Bu gençler Abdullah’ı görünce dağılmışlardı. Bunun üzerine Abdullah,
“Bu tavuğu hedef olarak kim dikti? İyi bilin ki Peygamberimiz (as.), tavuk veya herhangi bir hayvanı hedef yaparak öldüren kimseye lanet etti.” (Buhârî, “Zebâih”, 25.) demiştir.
Tavuk gibi hayvanları kanatlarından, bazı hayvanları da bacaklarından tutarak taşımak suretiyle onlara eziyet etmekten sakınılmalıdır.
Hayvanlara karşı da çok merhametli olan Peygamberimiz, su kabını eğerek kedilere su içirirdi. (Câmi’u’s-sağîr, “Kâne” maddesi.)
Peygamberimizin yolunu takip eden atalarımız hayvanların hukukunu öyle gözetmişlerdir ki onların yiyip içmeleri, barınmaları, hatta istirahat etmeleri için de mallarının bir bölümünü vakfetmişlerdir. Bu konuda pek çok misalden birisi de, yaptığı muhteşem eserlerle tarihimizi altın sayfalarla süsleyen büyük mimar, Koca Sinan’ın Kayseri’ye bağlı Ağırnas Kasabasında Allah rızası için inşa edip vakfettiği çeşmenin yakınında, boyu 260, eni 160 arşın genişliğindeki arazisini, çeşmeye su içmek maksadıyla gelen hayvanların dinlenmesi için vakfetmiş olmasıdır. (Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, s. 19.)
Müslüman, canlılara karşı merhametli davranırsa Allah da ona merhametle muamele eder. Peygamberimizin şu sözlerine kulak verelim. Buyuruyor ki:
“Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 66, Tirmizî, “Birr”, 16.)
Müslüman, Doğru Sözlüdür
Doğru konuşan, özü sözüne uygun olan insan, toplumda itibar görür, kendisine itimat edilir. Doğruluk toplumda kişilerin birbirine güven duymasını sağlayan çok güzel bir huydur. Ahlakın temeli doğruluktur. Müslümanda bulunması gereken güzel huyların başı da budur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
يَآ اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدٖيدًاۙ ﴿٧٠﴾ يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Çünkü böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar.” (33/Ahzâb, 70-71.)
Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Doğruluktan ayrılmayın. Zira doğruluk iyilikle beraberdir. Doğru ve iyi olanlar cennettedirler. Yalandan sakının. Çünkü yalan kötülükle beraberdir. Yalancılarla kötüler cehennemdedir.” (et-Tergîb ve’t-terhîb, III, 591.)
Müslüman, İş Hayatında da Doğruluktan Ayrılmaz
Peygamberimiz buyuruyor:
التَّاجِرُ الاَمِينُ الصَّدُوقُ الْمُسْلِمُ مَعَ الشُّهَدَاءِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Doğru ve kendisine güvenilen Müslüman tacir, (ticaretle uğraşan) kıyamet gününde şehitlerle beraberdir.” (İbn Mâce, “Ticâret”, 1.)
Müslüman, Cömerttir
Müslüman, Allah kendisine nasıl servet verdiyse o da, bunun bir bölümünü fakirlere, yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine vererek onların sıkıntılarını giderir, gönüllerini kazanır. En kötü huylardan biri olan cimrilikten kalbini arındırmış olur. Kardeşlik bağlarının güçlenmesine, toplumsal barışın sağlanmasına yardımcı olur.
Allah Teala şöyle buyuruyor:
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça gerçek iyiliğe elbette erişemezsiniz.” (3/Âl-i İmrân, 92.)
Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Cömert insan, Allah’a yakındır, cennete yakındır, insanlara da yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, cennetten uzaktır, insanlardan uzaktır, cehenneme yakındır.
Cömert olan cahil, Allah katında, ibadete düşkün olan cimriden daha sevimlidir.” (Tirmizî, “Birr”, 40.)
Müslüman, Alçak Gönüllüdür
Müslüman, diğer insanları küçük görmez, onlara büyüklük taslamaz. Kendini yüksek gören, başkalarını küçümseyen kimse, toplumda nefretle karşılanır ve sevilmez. Böylelerini Allah da sevmez. Allah’ın sevmediği, insanların hoşlanmadığı kişi olmaktan sakınmalıyız.
Müslümana yakışan, alçak gönüllü olmak, başkaları ile iyi ilişkiler içinde bulunarak nefreti gerektirecek davranışlardan sakınmaktır.
Allah Teala şöyle buyuruyor:
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“İnsanları küçümseyip yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme, şüphesiz Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez.” (31/Lokmân, 18.)
Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse Müslüman kardeşine alçak gönüllü davranırsa Allah, o kimsenin şerefini yükseltir. Kim de Müslüman kardeşine kibirlenir, büyüklük taslarsa, Allah da onu alçaltır.” (et-Tergîb ve’t-terhîb, V, 561, hadisi Taberânî rivayet etmiştir.)
إِنَّ اللَّهَ أَوْحَى إِلَىَّ أَنْ تَوَاضَعُوا حَتَّى لاَ يَفْجُرَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ وَلاَ يَبْغِي أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ
“Şüphesiz Allah Teala bana, sizin alçak gönüllü olmanızı vahyetti. Hiçbir kimse, diğerlerine karşı öğünmesin ve hiç kimse diğerine zulüm ve tecavüz etmesin.” (İbn Mâce, “Zühd”, 23, Ebû Dâvûd, “Edeb”, 48.)
Müslüman, Bağışlayıcıdır
Kendisine yapılan bir kötülüğü bağışlamak, kusur işleyeni affetmek, olgun Müminin niteliklerindendir. Gerçi aşırı gitmemek kaydıyla haksızlığa karşılık vermek caiz ise de, bundan vazgeçmek şüphesiz ki daha iyidir.
Allah Teala şöyle buyuruyor:
وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْ
“...Bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?” (24/Nûr, 22.)
Peygamberimiz de,
وَمَا زَادَ اللَّهُ عَبْدًا بِعَفْوٍ إِلاَّ عِزًّا
“Allah Teala, suç bağışlayanın ancak şerefini artırır.” (Müslim, “Birr”, 19.) buyurmuştur.
Müslüman, Din Kardeşlerinin İhtiyaçlarını Karşılar
Müslüman, ihtiyaç sahiplerine elinden geldiğince hiçbir karşılık beklemeden sadece Allah rızası için yardım eder, onların sıkıntılarını gidermeye çalışır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. O’na zulmetmez, onu zalimin eline bırakmaz. Bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da ona yardım eder. Bir kimse Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da ondan kıyamet gününün kederlerinden birini giderir. Bir kimse din kardeşinin kusurunu örterse, Allah da kıyamette onun kusurunu örter.” (Buhârî, “Mezâlim”, 3, Müslim, “Birr”, 15.)
Müslüman, Yalan Söylemez
Yalan, bir kimsenin bildiğinin aksini söylemesi demektir. Yalancının içi başka, dışı başkadır. İki yüzlüdür. Yalancıların bulunduğu toplumda insanlar birbirine güvenemez. Güven ve itimat bulunmayan yerde huzur ve ahenk olmaz. Yalancılık Müslümana yakışmayan çok kötü bir huydur, ruhi bir hastalıktır. Yalancı, hem dünyada hem de ahirette rezil olur.
Peygamberimiz, yalancının sonunun cehennem olduğunu şöyle bildiriyor:
“Yalandan kaçının, çünkü yalan kötülüğe, kötülük de insanı cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında yalancılardın yazılır.” (Buhârî, “Mezâlim”, 3, Müslim, “Birr”, 15.)
Müslüman, Gıybet Etmez, Başkalarının Aleyhinde Konuşmaz
Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların birbirlerini çekiştirmesi yasaklanmış ve bunun ölü insan eti yemek gibi çok çirkin bir iş ve iğrenç bir davranış olduğu bildirilmiştir. (49/Hucurât, 12.)
Hayatta olanları çekiştirmek günah olduğu gibi, ölen insanları çekiştirmek de doğru değildir.
Dinimiz, ölen insanın, kötülüklerini anlatmaktan sakınmamızı ve iyiliklerini anlatmamızı tavsiye etmiştir.
Peygamberimiz bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
اذْكُرُوا مَحَاسِنَ مَوْتَاكُمْ وَكُفُّوا عَنْ مَسَاوِيهِمْ
“Ölülerinizin güzel hâllerini zikrediniz, kötülüklerini söylemekten çekininiz.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 50.)
Müslüman, Kimseyi Aldatmaz
Müslüman, sözünde doğru olduğu gibi işlerinde de dürüst hareket eder, kimseyi aldatmaz. Bu, doğru olmanın gereğidir. Gerçekleri olduğundan başka göstererek Müslümanları aldatmak, kötü bir huy, çirkin bir davranıştır.
Peygamberimiz pazar yerinde bir tahıl yığınının yanından geçerken elini bu yığının içine soktu ve parmakları ıslandı.
—Ey tahılın sahibi, bu ne hâldir, diye sordu. Adam,
—Yağmurda ıslandı ey Allah’ın Resulü diye cevap verince, Peygamberimiz,
—Islak kısmını tahılın üzerine koysan da insanlar görse olmaz mı? Bize hile yapan, bizi aldatan bizden değildir, (Müslim, “İmân”, 43.) buyurdu.
Müslüman, Koğuculuk Yapmaz
Birinden duyduğu bir sözü diğerine götürmek demek olan koğuculuk, insanların arasının açılmasına ve toplumda huzurun bozulmasına sebep olan kötü ve zararlı bir huydur ve dinimizce yasaklanmıştır. Her Müslümanın bundan sakınması lazımdır.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Çekememezlik, koğuculuk ve kâhinlik yapanlar benden değildir, ben de onlardan değilim.” (et-Tergîb ve’t-terhîb, III, 499, hadisi Taberânî rivayet etmiştir.)
“Koğuculuk yapan cennete giremez.” (et-Tergîb ve’t-terhîb, III, 499, hadisi Taberânî rivayet etmiştir.)
Müslüman, Emanete Riayet Eder
Müslüman, kendisine muhafaza edilmek üzere teslim edilen şeyi korur, emanete hıyanet etmez. Bu emanet, kişilere veya devlete ait bir mal olabildiği gibi, yapılması gereken bir vazife de olabilir.
Emanet edilen malı korumak, verilen vazifeyi yapmak, ahlaki bir görevdir ve dinimizin emridir. Emanete hıyanet edenler olgun Mümin olamazlar. Emanete hıyanet etmek, münafıklık alametidir.
Peygamberimizin şu hadis-i şerifine dikkat edelim, buyuruyor ki:
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ
“Münafığın alameti (belirtisi) üçtür:
—Konuştuğu zaman yalan söyler,
—Söz verdiği zaman sözünden cayar,
—Kendisine bir şey emanet edilince ona hıyanet eder.” (Buhârî, “İmân”, 24, Müslim, “İmân”, 25.)
Üzerimize aldığımız kamu hizmetleri de emanettir.
Emanetlerin ehline verilmesi, ehil olanların göreve getirilmesi Allah’ın emridir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰىٓ اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ
“Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (4/Nisâ, 58.)
Devlet işlerinin ve millete ait hizmetlerin ehil olan kimselere verilmesi ve toplumda adaletin sağlanması milletin huzuru ve devletin bekası için şarttır.
İşlerin ehil olmayan kimselere bırakılmasının kötü sonucu hakkında Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
إِذَا وُسِّدَ الأَمْرُ إِلَى غَيْرِ أَهْلِهِ، فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ
“İş ehil olmayan kişiye verildiği zaman kıyameti gözle.” (Buhârî, “Rikâk”, 35.)
Milletin işlerini yürüten yetkili ve sorumlular için bu önemli bir uyarıdır.
Müslüman, Fitne Çıkarmaz
Müslüman, insanların arasını açan sözlerden sakınacağı gibi, toplumun huzurunu bozan, fertleri birbirine düşürerek milletin bölünmesine sebep olan söz ve davranışlardan da sakınmak zorundadır.
Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların, fitne çıkarmaktan, bölücülük ve ayırımcılık yapmaktan sakınması istenmiş ve fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğu şöyle bildirilmiştir:
وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ
“Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (2/Bakara, 191.)
وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ
“Fitne adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.” (2/Bakara, 217.)
Tefrika ve bölücülük sadece bir kişiye karşı yapılan bir fenalık değil, bütün millete karşı işlenen bir suçtur, en büyük kötülüktür.
Müslümanların birlik ve beraberliği üzerine titreyen Peygamberimiz, bu birliği bozmaya çalışanların hüsrana uğrayacaklarını bildirmiştir. Şöyle buyuruyor:
مَنْ فَرَّقَ فَلَيْسَ مِنَّا
“Bölücülük yapan bizden değildir.” (Câmi’u’s-sağîr, “Men” maddesi.)
Müslümana düşen, birliğe zarar verecek söz ve hareketlerden mutlaka sakınmak, dargınları barıştırarak toplumun huzuruna ve milletin bütünlüğüne katkıda bulunmaktır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (49/Hucurât, 10.)
Peygamber Efendimiz,
—Size oruç, namaz ve sadakadan daha üstün bir şeyi haber vereyim mi, buyurdu.
—Evet, dediler. Peygamberimiz,
—İki kişi arasını düzeltmektir. Zira iki kişi arasının bozulması (dini) kökünden kazır, (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58.) buyurmuştur.
Müslüman, Hayâ Sahibidir
Kınamayı gerektiren şeylerden üzüntü duymak büyük bir fazilettir.
Bu duygu, utanç verecek hareketlerden insanı alıkoyar. Sonunda yüzünün kızarmasına sebep olacak işlerden uzak durmasını sağlar.
Kişi sadece insanlardan değil Allah’tan da utanmalı, kimsenin görmediği bir yerde kötülük yapmaya kalkışmamalıdır. Çünkü nerede olursak olalım Allah, bizi görür, sözlerimizi işitir ve yaptıklarımızı bilir.
Kötülükleri önleyen utanma duygusu, imanın gereğidir.
Peygamberimiz,
اَلْحَيَاءُ مِنَ الْاِيمَانِ
“Hayâ, yani utanmak imandandır.” (Buhârî, “İmân”, 15, Müslim, “İmân”, 12.) buyurmuştur.
Müslüman, Haset Etmez
Haset, başkasının sahip olduğu nimeti kıskanmak ve bu nimetin o kimsenin elinden gitmesini istemektir. Birçok kötülüğün kaynağı olan çekememezlik çok fena bir huydur.
Peygamberimiz, Müslümanların bundan vazgeçmesini isteyerek buyuruyor ki:
“Birbirinize haset etmeyiniz.” (Buhârî, “Edeb”, 57.)
Haset eden, sevablarını kaybederek bunun zararını görecektir. Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
إِيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ الْحَسَدَ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ كَمَا تَأْكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ
“Hasetten sakının, çünkü ateş odunu yediği (yaktığı) gibi haset de iyilikleri yer, yani yok eder.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 52.)
Müslüman, Dargın Durmaz
Bütün Müslümanlar kardeştir. Kardeşlerin birbirleri ile dargın durması uygun değildir. Dargınlık kardeşlik duygularını zayıflatır, toplumun birliğine zarar verir.
Peygamberimiz,
لاَ يَحِلُّ لِرَجُلٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثٍ
“Bir Müslümanın, din kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helal olmaz.” (Buhârî, “Edeb”, 62, Müslim, “Birr”, 8.)
مَنْ هَجَرَ أَخَاهُ سَنَةً فَهُوَ كَسَفْكِ دَمِهِ
“Bir kimse Müslüman kardeşi ile bir sene küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günah işlemiş olur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 55.) buyurmuştur.
Müslüman, Sabırlıdır
Sabır, güzel bir huy, üstün bir fazilettir. Güçlüklere, zorluklara katlanarak başarıya ulaşmak sabırla mümkün olur.
Karşılaşılan bir haksızlık ve kötülükten kurtulmak mümkün iken buna çalışmayıp sıkıntıya katlanmak ise sabır değil, zillettir, sabrı yanlış anlamaktır.
Bazı musibet ve felaketler vardır ki onları önlemek insanın gücü dışındadır. İşte böyle bir durum karşısında üzüntüye kapılmayarak kadere razı olup sabretmek, bu gibi olaylar karşısında soğukkanlı davranmak lazımdır. Böyle hâllerde isyankâr bir tavır almayıp sabredenleri Cenab-ı Hak mükâfatlandıracaktır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (39/Zümer, 10.)
Müslüman, Çalışkandır
Dinimiz, helal ve meşru yollardan çalışıp kazanmayı emretmiş, tembelliği hoş görmemiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَلَا تَنْسَ نَصٖيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا
“Dünyadaki nasibini de unutma...” (28/Kasas, 77.)
Peygamberimiz de,
“Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını terk etmeyen, her ikisi için de çalışan ve başkalarına yük olmayandır.” (Aclûni, Keşfu’l-hafâ, II, 169.) buyurarak çalışmanın önemini belirtmiştir.
Yine Peygamberimiz,
مَنِ اسْتَوَى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ
“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.” (Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, II, 233.) buyurarak Müslümanların daima ileri gitmelerinin gereğini bildirmiştir.
Müslüman Büyüklere Saygı Gösterir, Küçüklere Merhamet Eder
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا وَيَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen, iyilikle emretmeyen ve kötülükten men etmeyen bizden değildir.” (Tirmizî, “Birr”, 15.)
Müslüman, nefsine hâkim olur.
Bir adam Peygamberimize,
—Bana bir tavsiyede bulun, dedi.
Peygamberimiz,
—Hiddetlenme, buyurdu ve bunu birkaç defa tekrarladı. (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 3.)
Peygamberimiz,
—Sizce pehlivan kimdir, diye sordu.
Orada bulunanlar:
—Adamların yenemediği kimsedir, dediler. Peygamberimiz,
—Hayır, gerçek pehlivan kızgınlık hâlinde nefsine hâkim olandır, (Buhârî, “Edeb”, 76.) buyurdu.
Bu içerik hakkında ne hissediyorsunuz?






